“Üstat” sıfatı bir süredir üzerine yazmayı düşündüğüm ama yazmak için vakit ancak vakit bulduğum konudur. Dinlemek üzerine önceden yazmış olduğum “Sekiz Dinle, Dört Oku, İki Düşün, Bir Konuş” başlığına ufak ekleme yapmak istiyorum. Bağımsız iki konuyu hızlı şekilde bağlayarak ve yazıyı uzatmadan, sıkıcı hale getirmeden sonlandıracağım. Yazının başında uyarmak istiyorum; yazı kişisel mesaj ya da kişiler özelinde yazılmamıştır. Alınganlık yapacak ya da buluttan nem kapacak herhangi husus yok.
Üstad kelimesi araştırdığım kadarıyla Farsça’dan bilgi ve zanaat sahibi, öğretmen, sanatkâr anlamına gelen “avastād” sözcüğünden evrildiği söylenmektedir. Bizde orijinal kaynağı usta olduğu iddia edenlerde var.
Maliye Müfettişliğinde ya da güçlü yapıları olan kurum içerisinde usta çırak ilişkisi içerisinde tecrübesiz birine hayatına gerçek anlamda yön vermede katkıda bulunuyorsa itirazım yok. Veyahut Japonların akademisyenlere, profesöre, doktorlara ve avukatlara hitap için kullandığı “Sensei” kelimesinin ve o nun anlamının ağırlığını dolduracak biçimde kullanılıyorsa itirazım yok.
Son birkaç yıldır çevremde gözlemlediği kadarıyla üstat kelimesinin kullanım sayısı ve alanları artık abartı ve elgin durmaktadır. Tıpkı sevdiğinize günde yüzlerce sefer seni seviyorum kelimesini kullanıp anlamı çok özel bir cümleyi basitleştirmek gibi algılıyorum.
Mesleki görevim gereği yardımcı olduğum insanlar yaşı benden büyük olsa da bazen duygu karmaşası içerisinde bana üstat diye hitap ediyorlar. Bu hitap çoğunun hoşuna gidebilir ama bende rahatsızlık yaratabiliyor. Karşı tarafı konuşmada rahatlatmak adına estağfurullah diyerek çoğu zaman araya girmek zorunda kalıyorum.
İçindekiler (Table of Contents)
Bence Üstat Kimdir?
Üstat her konuda bilgisini gizlemeyen, her koşulda ve her ortamda çırağını koruyan kişiye denmeli. En başta belirtiğim gibi gerçek üstatlar başımın üzerinde yeri var. Yazı için araştırma yaparken Anthony Hopkins’in üstat isimli filmi olduğunu henüz izlemedim ama listeye aldım. Anthony Hopkins gibi üstattı olanlara saygılar 🙂
Sadece Dünya’ya senden önce geldi ya da rekabet ortamı düşük zamanlarda erken trene binen birine denmesi küçük denizin büyük balığını oynamaktır. Genelde üstatçılık oyununu sevenler risk almayı sevmeyen hayatları otobandan halice düz, viraja girmeyen kalp ritimleri çamaşır ipinden halice insanlar gibi geliyor.
Maalesef güncelde değiştiremeyeceği durumların içerisinde yaşadığı zorlu ortamda karşında ki insanlardan çekindiği durumlarda kurtarmak üzere gaz alma sıfatı olarak yaygın kullanılması kelimenin muhteşem anlamını anlamsızlaştırıyor.
Bugüne kadar gelmiş geçmiş yöneticilerim alınmasın, elbette bir çok şey öğrendiğim insanlar oldu. Fakat hayatımda ağabeyimi dışarıda bırakırsam; iş hayatımda üstat, sensei, usta vb. sıfatını vereceğim kimse gelmedi.
Dinlemek Lazım Üstadım
Gelelim yeniden dinlemek meselesine, maalesef bu konu beni gerçekten üzen ve geren konulardan biri. Bu hafta sonu okuduğum Bülent Göksal’ın Anlamalar kitabında “Histerik Hitap Arzusu Bozukluğu” tanımlaması oldukça dikkatimi çekti. “Histrionik Kişilik Bozukluğu” olan psikiyatrik bir bozukluğunu duymuştum. Sanırım buradan ilhamla Histerik Hitap Arzusu Bozukluğu zapt edemediği konuşma arzusu karşısında söz dağarcığının son derece kifayetsiz kalması olarak tanımlanıyor.
Çıraklar tabi ki üstatlarını dinleyecekler ve doğru soruları soracaklar. Üstatsa çırağın merakını gidermek üzere dinlemekle yükümlüdür. Şimdi etrafınızda bu şekilde hitap edenleri düşünün. Kaç tanesi karşısında ki kişiyi dinliyor? Kaç tanesinin amacı karşıda ki kişinin fikrinin ne olduğu ile ilgilenmeyip sadece konuşmak için fikir beyan etmek derdinde?
Dinlerken de konuşurken de ve yazarken de insan sözlerine / cümlelerine dikkat etmeli üstat. Cümle artık ağızdan çıkınca karşıda ki affedebilir ama sözler beynin arkasında uyur unutmazlar. Kibar olup detaylı yazmak angaryadan değildir, bunu yapmamak iletişim cahilliğindendir.
Siz siz olun üstat olmasınız da gelen mesajları / epostaları cevapsız bırakmayın ya da uzun mesaja sadece “ok” yazmayın 🙂 Bunu yazana başına “b” ekleyip geri yazasım gelmiyor değil bazen 🙂
İki söz bir büyüdür derler…
Düşünmeden konuşmak sanırım en büyük sorunumuz.
Çok güzel ifade etmişsiniz. Selamlar.